Welcome to Machine!
0 Comments
»
Uzayın derin karanlığından dünyaya, atmosferin içine doğru cam fanustan yapılmış küçük bir aracın içinde evime dönüyorum. Atmosferden içeri girip mavi gökyüzünden yavaşça yerküreye doğru alçaldığımda, bana dünyanın nasıl göründüğünü içsel bir betimlemeyle anlatan kişinin yine ben olduğumu hissediyorum. Alabildiğince mavi renk hakim, sonra gitgide yeşiller de belirginleşiyor. Bu dünyanın, dünya denen küçük zavallı çocuğun doğduğu gün. Milyonlarca yıl öncesinde olmalıyım.O kadar masum o kadar güzel ve kelime karşılığı olmayacak kadar etkili ki şerefine iki kadeh ağlıyoruz içerdeki benle beraber. Okyanuslar, derin bir mavinin ışıklı parlak seksapalitesinde doğayı yeşili ve hayvanları sevişmeye çağırıyor sanki. 'Hadi çoğalın, üreyin, çiftleşin' diyor. Kocaman kanatları olan kuşlar geziyor derin mavinin üzerinde renk yumakları halinde. Yunuslar sıçrıyor içindeki maviden taşıp, gökyüzünün mavisindeki ton farkıyla sevişmeye. Gözlerime inanamıyorum, bir ihtiyarın bebeklik fotoğrafını görüp hayrete düşmekten daha hayret verici bir görüntü bu. Çünkü bu hepimizin doğumu. hepimizin doğumgünü. Bu bir geçiş, geçmişten bugüne doğru..
Geçişin bir de hikayesi var elbette. Bir çocuğun doğumunu ve ölümünü anlatıyor sadece. Arada yaşadığı entrikaları zaten biliyoruz, değinmiyor. Bakın bu denli güzeldi ve şimdi bu halde diyen kızgınlığında şimşekler çakıyor istanbulun üstünde. Portekiz kıyılarında yunuslar ağlıyor. Brezilyada bir çocuk elinde bir dondurma külahıyla dünyayı simgeler nitelikte gözyaşı döküyor kendi ölümüne. Bana sert bir üslupla hikeyesini anlatıyor dünya. Milattan öncesini anlatıyor ve 80'li yılları ve milenyumu. Ortaçağın karanlığını ve taşdevrinin gizemini anlayıtor...
Kendi doğurduğu çocuğun nasıl da insanoğlunun tecavüzüne uğradığından bahsediyor, hergün, defalarca, acı ve kan içinde. Bir çocuğun dramını kendi fotoğraflarına bakarak izliyorum ve doğacak çocuğuma 'hoşgeldin oğlum, bu acımasız makineye hoşgeldin' demekten korkarken buluyorum kendimi. Bizler varolan bir güzelliği kendi zavalllı egolarımız ve hırslarımız uğruna yokettik, şimdi bu egolar seni de yokedecek oğlum. Hoşgeldin. Makinaya hoşgeldin.
Çocuğun gözyaşlarının ardından, yırtıcı bir kıyamet frekansı çalıyor kulaklarım parçalanırcasına. Siren sesleri yükseliyor, New York sokakları kana bulanıyor ve Taiti'de bukelemunlar renklerini teslim ediyor son kez bu yağmura. Fırtınalar Moskovayı yerlebir ediyor. İnsanoğlu kendi suçunun bedeli olan cezayı kendi silahlarının kurşunuyla, kanla ödüyor. Ve tetiği çeken bu sefer dünya oluyor. Bakın ne yaptınız bana, şimdi sıra bende diyor. Zaman gelmiş ve ölümlerden arta kalan kan toprağın aç gözeneklerine işlemeye başlıyor.Yüzbinlerce yıl kendi ölümümüzü hazırlayacak silahın tenolojiniin üretitimin peşinde olduğumuzu kimse bilmiyor.Ama şimdi anlıyor insanoğlu ve pişmanlık duyacak vaktini ölerek harcıyor. Tanrıya, budaya ya da doğaanaya tapacağı anı hatırlıyor. Ağlıyor, etrafına bakıyor. Ortaasyada yaşamış türk şamanlarının ruhları iniyor toprağa ve son dualarını, son kurbanlarını göktanrıya adıyorlar. 'kalgançı çak' geliyor. Kıyamet. İyinin artık kötü olduğu, toprağın karaya çaldığı ve denizlerin tecavüze uğramış kirli dalgalarının hayaletleri vuruyor karaya. Kıyamet bize doğum günü fotoğrafını gösterdikten sonra kopuyor. Ağaçlar birbir devrilmiş bedenleriyle sonsuzluğunun köklerini yüzüstüne çıkarıyor. Ve oğlum. Oğlum şimdi 1 günlük ölü bir bebek artık. Beni geldiği yere, bilinmezliğe çağırıyor göktanrıdan aldığı bir günlük izinle. Elime doğum günü fotoğrafını alıyorum ve sadece ona bakarak, gördüğüm tüm bu yokoluşun tozunu öksürüyorum.Ve geldiğim yere doğru yükselen adımlarla son kez, ağlayarak veda ediyorum çok sevdiğim dünyaya. O da ben de birbirimize veda ediyoruz. İkimiz de geri gelmeyeceğiz ve nereye gittiğimizi bilmiyoruz...
Yazı: Ata Demir
Ilustrasyon: ImageBank