Sonra Yapılacak Tek Şey Var
0 Comments
»
Yarın sana su boruları ve yemek kapları yapmayı bırakıp
miğferler ve mitralyözler yapmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Tezgâhı ardındaki kız ve büroda çalışan kız.
Yarın sana el bombalarını doldurmanı ve keskin nişancı tüfeklerine
dürbün takmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Fabrika sahibi.
Yarın sana talk pudrası ve kakao yerine
barut satmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Laboratuardaki araştırmacı.
Yarın sana eski yaşamı yok edecek yeni bir ölüm
keşfetmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Yarın sana eski yaşamı yok edecek yeni bir ölüm
keşfetmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Odasındaki şair.
Yarın sana aşk şarkılarını bir yana bırakıp nefret
şarkıları söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Yarın sana aşk şarkılarını bir yana bırakıp nefret
şarkıları söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Hastasının başındaki hekim.
Yarın sana cepheye gönderilecekler için sağlam
raporu yazmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Kürsüdeki rahip.
Yarın sana cinayeti kutsamanı ve savaşa övgüler
yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Gemideki kaptan.
Yarın sana buğday taşımayı bırakıp tank ve top
taşımanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Havaalanındaki pilot.
Yarın sana kentlerin tepesine yakıp yok eden
bombalar yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Dikiş masası başındaki terzi.
Yarın sana asker üniformaları dikmeye
başlamanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Cübbesinin içindeki yargıç.
Yarın sana askeri mahkemeye gitmeni
emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Tren istasyonundaki.
Yarın sana cephane ve asker taşıyan trenlerin kalkması
için sinyal vermeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Köydeki. Sen. Kentteki.
Yarın askere alma belgeleriyle kapına
dikilirlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen. Normandiya’daki ana, Ukrayna’daki ana,
sen San Fransisco’daki ve Londra’daki ana.
Sen Hoang Ho ve Missisippi kıyılarındaki ana.
Sen, Nepal’deki ve Hamburg’daki,
Kahire’deki ve Oslo’daki ana; yeryüzünün dört bir yanındaki analar,
dünyanın tüm anaları, yarın size askeri hastanelerde hemşirelik yapacak,
yeni savaşlarda savaşacak çocuklar doğurmanızı emrederlerse,
yapacağınız bir tek şey var: HAYIR deyin!..
Analar, HAYIR deyin!
Çünkü hayır demezseniz analar,
eğer hayır demezseniz, işte o zaman,
Pus çökmüş, gürültülü liman kentlerinde iniltiler çıkaran koca gemiler
suskunluğa bürünecekler ve su almış dev mamut kadavraları gibi,
rıhtımların yosun ve midye bağlamış, ölgün, ıssız duvarları
önünde miskin miskin yalpalayacaklar; daha önce ışıltılar
saçan o görkemli gövdelerden, bir balık
mezarlığı gibi, çürük, sayrı, ölü kokular yayılacak…
Tramvaylar, iç karartıcı, aynalı kuş kafesleri gibi eğrilip bükülecekler
ve bombaların açtığı çukurlarla kaplı, yitik sokaklardaki
damları delik deşik barakaların ardında, teller ve rayların
şaşkın çelik iskeletlerinin yanı başında,
patlamış taç yaprakları gibi öylece uzanacaklar…
Çamur rengi, ağır, kurşun gibi bir sessizlik ortalıkta kol gezecek;
tüm oburluğuyla büyüyerek, okullara, üniversitelere, tiyatrolara,
spor alanlarına, çocuk bahçelerine ürkünç,
açgözlü ve önlenemez bir biçimde çöreklenecek…
Bunların hepsi olacak…
Altın sarısı, sulu üzümler bakımsız yamaçlarda çürüyecek,
pirinçler kıraç topraklarda kuruyacak, patatesler
sürülmüş tarlalarda donacak, ölü sığırların kaskatı
kesilmiş bacakları ters çevrilmiş süt sağma tabureleri gibi göğe dikilecek…
Enstitülerde, büyük hekimlerin dahice buluşları çürüyüp küf tutacak…
Enstitülerde, büyük hekimlerin dahice buluşları çürüyüp küf tutacak…
Son un çuvalları, son çilek reçeli kavanozları,
balkabakları ve vişne suları mutfaklarda, odalarda,
kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda bozulup
heba olacak; devrilmiş masaların altındaki, paramparça
tabaklardaki ekmek küf bağlayacak, erimiş tereyağlar
arap sabunu gibi kokacak; tarlalardaki ekinler,
paslanmış sabanların yanı başında bozguna
uğramış bir ordu gibi boyunlarını bükecekler;
fabrikaların çimenle örtülü tüten bacaları un ufak olacak…
Sonra, deşilmiş bağırsakları ve zehirlenmiş ciğerleriyle son insan,
ışıldayan güneşin ve yanıp sönen takımyıldızların altında bir başına dolanıp duracak;
bir deri bir kemik kalmış, çılgına dönmüş son insan uçsuz bucaksız mezarlar,
dev beton blokların soğuk putları ve ıssız kentler
arasında yalnız başına bir küfür gibi dolanırken şu korkunç soruyu soracak:
NEDEN?
Ve bu soru bozkırlarda hiç duyulmadan yitip gidecek,
yıkıntılar arasında sürüklenip kiliselerin molozları arasında yok olacak,
girilmez yer altı sığınaklarına çarpıp parçalanacak.
Son hayvan-insanın son hayvansı çığlığı hiç duyulmadan,
hiç yanıtlanmadan kan göllerinde boğulacak…
Bunların hepsi olacak, yarın, belki bu gece,
eğer… eğer… eğer… HAYIR demezseniz!
Wolfgang Borchert
(Çev: Celal Üster)
(Çev: Celal Üster)